• DÜZTABANLIK NEDİR?

    Ayak, her yere basma hareketi sırasında topuktan ayağın ön bölümüne doğru bir esneme hareketi yaparak vücudun yaylanma mekanizmasına yardımcı olur. Bu yaylanma hareketini sağlayan en önemli bölge, ayağın iç yanında bulunan iç kavis (ark)’tir. Her bir ayakta üçer tane iç kavis bulunur. Ayağın bu iç kavisinin olmayışına düztabanlık adı verilir.

    Sağlıklı bebeklerde 3 yaşına kadar tüm çocuklarda ayak tabanındaki yağ yastığı yüzünden oluşum tamamlanmadığı için düztabanmış gibi sanılabilir. 3 yaşından sonra da ayak gelişiminde sıkıntılar varsa uzmana danışılmalıdır. Ayrıca aşırı kilo, cinsiyet, yaş gibi faktörler düztabanlık risk faktörüdür

    DÜZTABAN OLAN KİŞİLERİN YAŞADIĞI SIKINTILAR

    Düztabanlık normal kas fonksiyonuna sahiptir, eklem hareketleri normaldir. Tabanda ağrı olabilir. Ayak ağrıları dışında, vücut ağırlık merkezinin yer değiştirmesi sebebiyle bel ağrılarına da neden olmaktadır. Kısa aşil tendonu ile birlikte olan esnek düztabanlıkta ağrı ve sakatlık gözlenebilir. Bu durumda aşil tendonu uzatma işlemi yapılmalıdır.

    DÜZTABANLIK BELİRİTLERİ

    • Düztabanlı kişilerde uzun süre ayakta durmakla;
    • Ayakta gerginlik,
    • Hassasiyet ve ağrı,
    • Anormal yorgunluk
    • Baldır ağrısı
    • Topukta iç plantar yüzde kalınlaşma
    • Nasır oluşumları dikkat çeker.

    DÜZTABANLI KİŞİLER HANGİ YÖNTEMLERİ İZLEMELİDİR?

    • Ayakkabı olarak ön kısmı geniş, alçak topuklu ayakkabılar önerilmektedir.
    • Uzun ark destekli, mantar olması tercih edilen (şok absorban etki) tabanlıklar sık kullanılmaktadır.
    • Ayakkabı topuğu iç tarafına yerleştirilen topuğun iç bölümünü desteklemektedir.
    • Tedavinin yetersizliği, ileri derecede bozukluk, ayakkabı problemlerinin çok fazla olması ve hastanın normal aktivitelerinin engellenmesi halinde nadiren ameliyat uygulanabilir.

    DÜZTABANLIĞIN BİR TEDAVİSİ VAR MIDIR?

    Düz tabanlıkta hastalığın izlemesi yakından takip edilir son çare cerrahi tedavidir. Tedavi hastanın yaşına, cinsiyetine, semptomların şiddetine ve fonksiyonel durumuna göre değişmektedir. Çocukta aktiviteye bağlı ağrı veya yorgunluk oluyorsa öncelikle aşil tendonunu germe egzersizi tedavisi verilir.

    DÜZTABAN TEDAVİSİNDE TEDAVİDE AMAÇ

    • Bağlardaki gerginliği azaltmak,
    • Gövde ağırlığını ayak dışına taşımak,
    • Ayak tabanını içe çeviren ve taban kaslarını güçlendirmek,
    • Ayağı yukarı çeviren ve ayak tabanını dışa çeviren kasları gevşetmek,
    • Varsa aşil tendon gerginliğini azaltmaktır.
  • DOWN SENDROMU BİR HASTALIK MIDIR?

    Down Sendromu; vücuttaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromu bir hastalık değil genetik kökenli doğumsal bir kromozom bozukluğudur.

    DOWN SENDROMLU BİREYLERİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

    Bazı çocukların sarı saçlı, bazılarının mavi gözlü olması gibi Down Sendromu da genetik farklılıktır. Down Sendromu yüzde tipik benzerliğe, zekâ geriliğine ve erken yaşta ölüme neden olur.

    Down Sendromun da en sık karşılaşılan fiziksel özellikler şunlardır:

    • Düz ve basık bir yüz yapısı, küçük burun,
    • Burun kökünün basık olması,
    • Gözün iç kenarlarında tipik görünüşlü deri kıvrımları,
    • Anormal yapılı ve düşük yerleşimli kulak kepçeleri,
    • El ayasını ortadan ikiye bölen tek bir çizgi (Simian çizgisi),
    •  Kaslarda gerginliğin az olması,
    • Eklemlerin normalden fazla miktarda açılabilmesi,
    • El küçük parmağında ortadaki kemiğin olmaması,
    • Ayak başparmağı ve ikinci parmak arasında ayrıklık,
    • Birçoğunda düztabana görülmesi,
    • Dilin ağza oranla çok büyük olması.

    Fiziksel özelliklerin yanı sıra;

    • Taklit etme yetenekleri iyidir.
    • Mutlu, eğlenceli, sevgi dolu, dışa dönük ve sosyaldirler.
    • Çoklu zekâ kuramına göre değerlendirildiğinde sosyal zekâları diğer zekâ türlerinden daha yüksektir.
    • Arkadaşlık ilişkilerini çok çabuk geliştirirler.
    • Yeni tanıştığı insanlarla çabuk kaynaşır ve girdiği yeni ortama kolayca ısınırlar.
    • Kimisi kolay öfkelenip saldırgan davranışlarda bulunabilir.
    • Müzikten, eğlenceden ve oyun oynamaktan büyük keyif alırlar.
    • Bazı çocuklar okula veya eğitim merkezine isteyerek gider ve yapılan etkinliklere katılmayı sever.
    • Akademik beceri gerektiren durumlarda güçlük yaşarlar.

    Down Sendromlu çocukların zihinsel gelişimi, genelde 2- 7 yaşındakilerin gelişim düzeyindedir. Ancak, erken başlanan sürekli eğitim, bu yaş sınırını daha üst basamaklara taşıyabilmektedir. Bu çocukların dikkat süreleri kısa, bellekleri zayıftır. Soyut yani kavranılan öğrenmede çok zorluk çekebilirler.

    DOWN SENDROMUNDA TANI

    Down Sendromu olan çocukların tanılanması, doğum öncesi dönemde ense kalınlığı ve burun kemiği ölçümleri ile birlikte yapılabilmektedir. Bu değerlendirmeler yoluyla, doğum öncesi dönemde tanılanabilmesi olasılığı yüksektir. Down sendroma ait fiziksel özelliklerin olması, yenidoğan döneminden erişkinliğe kadar her bireyin kolaylıkla fark edebilir. Yenidoğan bebeğin fizik muayenesinde göze çarpan tipik özellikler ve beraberinde çocukta görülebilen hastalıklar, doktorları şüpheye düşürmekte; asıl tanı için bebekten kan örneği alınıp kromozom testi yapılır. Erken tanı, ailenin bilinçlenmesi ve çocuğa yapılabilecek erken müdahaleler önemlidir.

  • DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ NELERDİR?

    Doğum kontrolü, geçici veya kalıcı olarak gebeliği ertelemek amacıyla çeşitli araç gereç ve ilaçların kullanılmasıyla, uygulanan yöntemlerin hepsine verilen addır. Hamileliği önleyici tedbir alma olarak da tanımlanabilir. Birçok doğum kontrol yöntemi vardır:

    • Doğal yöntemler,
    • Hormanal kontraseptifler,
    • Rahim içi araçlar,
    • Bariyer yöntemleri ve
    • Cerrahi kısırlaştırmadır.

    Hormanal Yöntemler: Doğum kontrol hapları, iğneler ve deri altına yerleştirilen çubuk, vajinal halka ve vücudun çeşitli bölgelerine yapıştırılan bantların bu kapsam içerisinde olduğu belirtilmektedir. Amaç, kadında yumurtlamayı durdurarak, rahim ağzı tıkacını kalınlaştırarak spermin rahme ulaşmasını engellemektir.

    • Doğum Kontrol Hapları: 21 ve 28 gün kullanımlı olup, ilaçların etkili olabilmesi için her gün düzenli olarak alınması gerekir.
    • Mini Haplar: Ağız yoluyla alınır. Bunların kombine oral ilaçlardan farkı sadece progestoron hormonu içermeledir. Kullanım şekli ve etkilerinin diğer doğum kontrol haplarıyla aynıdır.
    • Gebeliği önleyici iğneler: gebelik için uygun ortamın oluşmasını sağlayan progestoron ve östrojen hormonlarının baskılanması için kullanılan bir yöntemdir. Sadece progesteron içeren iğneler, üç aylık hem progesteron hem östrojen içeren iğnelerin bir aylık koruma sağlar.
    • Deri Altı İmplant: Hormon içerikli çubuğun, (implonan) kol deri altına cerrahi işlemle yerleştirilmesi sonucunda 5 yıl koruma sağlar.
    • Doğum Kontrol Bantları: Östrojen ve progesteron içeren alt karın kalça veya üst dış kola yapıştırılmak suretiyle kullanılan bantlardır. Kadının yumurtlamasını engelleyerek gebelikten korunma sağlar.
    • Vajinal Halka: Kadınlık hormonları içeren ve kullanıcı tarafından vajina içerisine yerleştirilen esnek halkalardır. Üç hafta boyunca hormon salgılayan ve üçüncü hafta bitiminde çıkarılarak kullanımına bir hafta ara verilerek uygulanır.

    Spiral -Rahim İçi Araç: Rahmin içine yerleştirilen bakır ve hormon içeren küçük plastik cisimler olarak tanımlanmaktadır. Progesteron içerikli spiraller rahim ağzı salgısını kalınlaştırarak spermin rahme ulaşmasını engeller.

    Bariyer Yöntemler:

    • Prezervatif (Kondom):Kondom spermin rahme ulaşmasını engelleyerek koruma sağlar.

    Ertesi Gün Hapı: Korunmasız ilişki sonrasında ilk 72 saat içerisinde alınan acil korunma hapı döllenmiş yumurtanın rahim içine yerleşmesini engeller. En fazla üç gün içerisinde kullanılmalıdır.

    Kalıcı Yöntem Tüplerin Bağlanması:

    • Kadında; yumurtalık kanallarının (fallop tüplerinin) cerrahi işlemle bağlanmasına denilmektedir. Lokal ya da genel anestezi uygulanarak yapılmaktadır.
    • Erkekte; Erkeğin dölleme yeteneğinin cerrahi metotla kalıcı olarak sonlandırılmasıdır. sınırlı uyuşturma ile testislerden çıkan sperm ileti yollarının her iki kasık altından kesilerek bağlanmasıdır.
  • DİYABET NASIL BİR HASTALIKTIR?

    Diyabet; kalbe, kan damarlarına, gözlere, böbreklere ve sinirlere ciddi hasar veren zamanla artan kan şekeri ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Bu hastalık hastaların yaşam kaliteleri düşürüp, yaşam sürelerini azaltır. Bu nedenle hastalığın erken dönemde teşhisi, uygun bakımı ve tedavisinin yapılması açısından büyük önem taşımaktadır.

    TİP 1 VE TİP 2 DİYABET NEDİR?

    Tip 1 Diyabet; Pankreasta insülin yapımından sorumlu beta hücrelerinin yıkımına bağlı olarak meydana gelen insülin eksikliğinin sebep olduğu hiperglisemi ile seyreder. Sıklıkla ağız kuruluğu, çok su içme, sık idrara çıkma, sürekli açlık hissi, kilo kaybı, bulanık görme, yorgunluk gibi belirtilerle ortaya çıkar.

    Tip 2 Diyabet; Temelde genetik olarak yatkın kişilerde yaşam tarzı ile tetiklenen insülin direnci ve zamanla azalan insülinin sebep olduğu diyabet tipidir. Tip 1 diyabetle benzer belirtiler gösterir fakat daha hafif seyreder. Bulantı, kusma ya da karın ağrısı ile ilişkili olabilir.

    KLİNİK BELİRTİLER

    • Sık sık idrara çıkma,
    • İştah artışı,
    • Susamanın artması,
    • Yorgunluk,
    • Halsizlik,
    • Ani görme değişikliği,
    • Ellerde ve ayaklarda uyuşukluk,
    • Ciltte kuruluk,
    • Yaraların geç iyileşmesi,
    • Sık tekrarlayan enfeksiyonlar

    BEDEN KİTLE İNDEKSİNİN YÜKSEK OLANLARDA DİYABET RİSK FAKTÖRLERİ

    • Kolesterol
    • Birinci dereceden akrabalarda diyabet
    • Kardiyovasküler hastalıklar
    • Fiziksel inaktivite
    • Hipertansiyon

    DİYABET İÇİN HANGİ TANI TESTLERİ UYGULANIR?

    • Açlık plazma glikoz ölçümü
    • Rastgele kan glikoz ölçümü
    • Oral Glikoz Tolerans Testi (OGGT)
    • Glikolizlenmiş Hemoglobi

    DİYABET BAKIM VE TEDAVİSİ

    Diyabetin bakım ve tedavisinde glisemik kontrolü sağlamak, akut ve kronik komplikasyonları önlemek, bireysel yönetimi sağlamak, Tip 2 diyabette beta hücrelerinin fonksiyonlarını koruyarak bireyin yaşam süresi ve yaşam kalitesini yükseltmek amaçlanmaktadır. Başaralı diyabet tedavi ve  tıbbi beslenme tedavisi, düzenli egzersiz programı, ilaç tedavisi, bireysel kan şekeri izlemi ve diyabet eğitimi ile mümkündür.

    DİYABETLİ HASTALARDA BESLENME TEDAVİSİ

    Beslenme tedavisinin amacı; Sağlıklı besin seçimi, ideal vücut ağırlığına ulaşmak ve sürdürmek, kan şekeri düzeyini normal ya da normale yakın sınırlarda tutmaktır.

    Diyabetli hastanın beslenme programı; hastanın yemek alışkanlığı, yaşam biçimi, öğün saatleri, beslenme kültürü dikkate alınarak yapılır.

    Tip 1 diyabette öncelikli yaklaşım öğün zamanlaması, günlük yiyecek tüketimleri arasındaki uyum, egzersize göre besin tüketimi değerlendirilirken, Tip 2 diyabette öncelikli yaklaşım kalori kısıtlaması yapmak, az ve sık beslenmesinin önemini anlatmaktır.

  • DİŞ ÇEKİMİ

    Diş hekimlerinin temel amacı dişleri koruyucu ve onarıcı tedavilerle yaşam boyu ağızda tutmaktır. Fakat diş çekimi diş hekimliğinde en sık yapılan işlemdir. İdeal bir diş çekimi dişin olduğu dokuya zarar vermeden hasarlı dişi bütünüyle çıkarmaktır.

    DİŞ ÇEKİMİ HANGİ DURUMLARDA YAPILIR?

    • Diş çekiminin en sık karşılaşılan nedeni tedavi edilemeyecek kadar çürümüş dişlerdir.
    • Dişin kök kanallarına ulaşılamaması sonucu anatomik yapıdan dolayı çekim yapılır.
    • Dişeti ve dişleri destekleyen diğer dokuları etkileyen iltihaplı dişler çekilir.
    • Dişlerin üst üste bindiği düzensiz görünüm nedeniyle diş çekimi yapılır.
    • İmplant planlanması durumunda tam ark implant destekli protez yapımının daha iyi bir tedavi seçeneği olacağı düşünüldüğünde ağızda ki mevcut dişler çekilebilir.
    • Aşırı önde yada arkada bulunan diş sırasında yer almayan yumuşak doku travması veya komşu diş sürmesinin engellenmesi gibi problemlere neden olan dişler çekilir.
    • Gömülü veya yarı gömülü dişler komşu diş de kök hasarı, kist veya tümörle ilişkili olması vb. nedenlerle sıklıkla çekilir.

    HANGİ DURUMLARDA DİŞ ÇEKİMİ YAPILMAZ?

    • Hemofili yada diğer kan pıhtılaşması bozukluğu,
    • Kontrol altında olmayan metabolik hastalıklar (tansiyon, şeker),
    • Radyoterapi ve kemoterapi,
    • Kan sulandırıcı ilaç kullanımı.

    DİŞ ÇEKİMİ SONRASI DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

    • Ağzı sürekli çalkalamak ve tükürmek çekim yarasının iyileşmesini geciktireceğinden dikkat edilmelidir.
    • Çekim sebebiyle sızıntı şeklinde kanama oluşabilir, 6 saat ile 24 saat sürebilen bu kanamalar artarsa mutlaka hekime başvurmak gereklidir.
    • Uyuşukluğunuz geçmeye başladığında şiddetli ağrı hissedebilirsiniz bu sebeple uyuşukluk geçmeden önce ağrı kesici almak ağrınızı hafifletecektir.
    • Aspirin kullanmayınız.
    • 24 saat alkol ve sigara kullanmayınız.
    • Diş çekimi sonrası uyuşukluğunuz geçene kadar hiçbir şey yemeyin farkında olmadan uyuşan bölgelerinizi ısırıp zarar verebilirsiniz.
    • İlk gün aşırı sıcak veya soğuk gıdaları yiyip, içmeyin. Genelde sıvı, çiğnemeye ihtiyaç duyulmayan, yumuşak ve ılık gıdaları tercih edin.
    • Dişinizin çekildiği yeri dil, kürdan veya herhangi bir nesne ile kurcalamayınız.
    • Diş çekimi yapılan bölgeyle dilinizle oynamayın, birkaç gün içerisinde diş etinizle bölge kapanacaktır.
    • Eğer cerrahi bir girişimle diş çekimi yapıldıysa şişlik normaldir, morarmaması için buz kompleksi uygulayın.
    • Dikiş var ise diliniz veya herhangi bir cisimle dikişlerle oynamayın. 1 hafta içerisinde dikişleri aldırın.
  • DİSLEKSİ NEDİR?

    Çocuğun normal veya yüksek zekâsına rağmen okuma ve yazmada anlamlı zorluk yaşaması, kelime körlüğü, özgül öğrenme veya yazma güçlüğü gibi terimlerle ifade edilir.

    Bilgi işlemleme, motor beceriler ve çalışma belleğinde öğrencinin yeterliliğini kısıtlayan öğrenme aksaklıklarıdır. Böylece konuşma, okuma, heceleme, yazma, imla ve davranışlar gibi becerilerin hepsinde veya bazılarında sınırlamalara neden olur.

    Disleksili çocuklar, uzun cümleler kurabilir, gelişmiş bir kelime dağarcığına ve çoğu normal IQ skorlarına sahip olduklarından dolayı onlarla konuşurken disleksili oldukları fark edilemeyebilir. Ancak konuşma dil becerileri ile yazma ve kurgu arasında belirgin bir fark vardır. Çoğu zaman bu çocuklar okulda, sınıfta yüksek sesle okuma veya tahtaya yazı yazmak için gönüllü olmaktan çekinirler. Zorlukları bir dizi sınıf etkinliği içinde daha belirgindir. Dislekside tipik olarak bildirilen bir davranış biçimi, kelimelerin veya harflerin ayna görüntüsünü görme özelliğidir: ör; b ve d harfini karıştırmaktadır.

    DİSLEKSİYE SAHİP BİREY DAVRANIŞLARI

    • Okunaksız el yazısı,
    • Kalem tutmada zayıflık,
    • Yazarken oransız boşluk bırakma,
    • Kelime yazımında hata,
    • Yetersiz paragraf bilgisi,
    • Cümle kurmada yetersizlik,
    • Dilbilgisi kurallarına uymadan yazma,
    • Yanlış sözcük kullanımı,
    • Yavaş yazma,
    • Fikirlerini ifade edememe
    • Ayna hâli yazma,
    • Kelimeyi ters yazma

    DİSLEKSİLİ ÇOCUKLARDA SIKLIKLA GÖRÜLEN DAVRANIŞLAR

    • Merak
    • Soru sormaya isteklilik
    • Farklı yönden bakma yeteneği
    • İyi mizah anlayışı
    • Çok enerjik olmaları
    • Güzel sanata ilgileri
    • İyi müzik yetenekleri

    Disleksili çocuklar dilsel alanlarda zayıf kalmalarına rağmen konuşsal ve yetenek alanlarında başarılıdırlar.

    DİSLEKSİDE YAŞANAN ZORLUKLAR

    Günlük organizasyon sorunları; bellek veya organizasyon becerileri ile bağlantılıdır. Bu çocuklar ve ebeveynleri, disleksi nedeni ile günlük zorlukları yaşarlar.

    Harfler veya sayı gibi sembollerin işlenmesi ve manipülasyonu ile ilgili zorluklar; çoğunlukla akademik beceri ile ilişkilendirilir. Bunun nedeni sadece disleksi ile ilgili değil her türlü öğrenme zorluğu ile ilişkili olabilir. Ayrıca;

    • Bellek
    • Sıralama
    • Zaman kavramları
    • Oryantasyon
    • Sağ-sol ayrımı
    • Eş zamanlı aktivitelerin otomatikleştirilmesi ve yönetilmesi durumlarında da güçlük çekerler.

    DİSLEKSİ TANI VE DEĞERLENDİRME

    İlk olarak tıbbi değerlendirme ile öğrenmeyi etkileyen herhangi bir bedensel ya da psikiyatrik sorun olup olmadığı belirlenir.  Psikolojik değerlendirme ile bilişsel, akademik ve nöropsikolojik süreçler incelenip, hangi alanlarda sorun olduğunun belirlenmesi amacıyla testler uygulanır. Aile değerlendirmesi ile ebeveyn tutumları, davranış ve beklentilerin, eşler arası sıkıntıların ve aile içi sorunların öğrenme güçlüğüne etki edip etmediği belirlenir. Yapılan değerlendirmeler doğrultusunda varılan sonuçlar ışığında uygun tedavi yöntemleri seçilir.

  • DEPRESYON NASIL ANLAŞILIR?

    Süregelen, yaygın derin bir üzüntü ve mutsuzluk hali ile kişide oluşan duygu, düşünce ve davranış bozuklukları sonucunda ortaya çıkan bir hastalıktır. Duygu durum bozukluğu olan depresyon genelde yaşama karşı isteksizlik, enerji azlığı, uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, iletişimsizlik, dalgınlık ve öz kıyım duygularının yoğun yaşandığı bir dönemdir.

    Depresif bozukluklar, dünyadaki gibi Türkiye’de de önemli bir sorundur. Ergenlik dönemindeki en önemli psikiyatrik bozukluklardan birisi depresif bozukluklardır.

    DEPRESYON NEDENLERİ

    Depresyonun nedenlerinde en çok psiko-sosyal etkenler rol oynamaktadır. Kişilik yapısı, benlik gelişimi, toplumsal etkenler, psikososyal stres unsurları ve nörotransmitter özellikle noradrenalin ve serotonin etkinlik düzeyinde bozukluk depresyona yol açar.

    DEPRESYON BELİRTİLERİ

    • Belirgin olarak çabuk kızma, öfkelenme, kişiler arası çatışma,
    • Uyuşukluk, bunalmışlık ve umutsuzluk duyguları,
    • Çökkün duygu durumunun hemen hemen her gün ve günün büyük bir bölümünde bireyde sürekli varlığı ve bu durumun kişinin kendi söylemesi ile değil de başkaları tarafından fark edilmiş olması,
    • Günün büyük bir kısmında aktivitelere karşı isteksizlik ve ilgi kaybı
    • Belirgin şekilde kilo kaybı veya kilo alımı,
    • Her gün uykusuzluk veya aşırı uyuma,
    • Neredeyse her gün yorgunluk ve enerji kaybı hissi,
    • Hemen hemen her gün değersizlik, aşırı suçluluk duyguları,
    • Odaklanma veya karar vermede zorlanma.

    DEPRESYON TEDAVİ YÖNTEMLERİ

    • Bireysel Psikoterapi
    • Grup Terapisi
    • Aile Terapisi
    • Bilişsel Terapi
    • Elektrokonvülsif Terapi
    • Fototerapi
    • Psikofarmakoloji

    Depresyon tedavisinde amaç:

    • Bireyin olumsuz düşüncelerini, olumluya çevirmek,
    •  Hastanın çarpıtılmış düşünceleri yerine yeni seçenekler bulmasını sağlamak,
    •  Düşünce, duygulanım ve davranış arasında bulunan bağlantıları tanımasını sağlamak,
    • Çarpıtılmış düşünce ve davranış kalıplarının yerine daha gerçeğe uygun yorumlar koymasını sağlamak,
    • Hastanın yaşantılarını çarpıtmasına yol açan yanlış düşüncelerini tanımasını ve değiştirmesini sağlamak olarak sıralanabilir.
  • DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ

    Demir eksiliği ve Demir Eksikliği Anemisi birbiriyle sıkça karıştırılmaktadır. Demir eksikliği, vücutta hemoglobin oluşumunu engellemeyecek miktarda demirinin eksik olmasıdır. Demir eksikliği anemisi ise vücutta demir eksikliğine bağlı olarak hemoglobin miktarının azalmasıdır. Bu sebeple demir eksikliği anemisi ortaya çıkar.

    Süt çocukluğu ve çocukluk dönemlerinde sıkça görülür. Her yaş grubunda ve her insanda görülebilen demir eksikliği anemisin büyüme ve beslenme ile yakın ilişkisi vardır.

    ÇOCUĞUMUN DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ OLDUĞUNU NASIL ANLARIM?

    Demir eksikliği anemisinde özellikle belirgin bir bulgu yoktur. Tüm vücut bu durumdan etkilenir. Genelde doktora başvuran çocuklarda görülen iştahsızlık ve soluk bir yüz rengidir. Vücuttaki demir eksikliğine bağlı olarak hücresel fonksiyonlar görevlerini yerine getirememekte büyümede, motor gelişimde, bağışıklık siteminde değişiklikler meydana gelebilir. Bebeklerde iştahsızlık, huysuzluk, huzursuzluk, çocuklarda ise halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı çarpıntı ile kendini gösterebilir.

    DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİNDE TANI VE TEDAVİ

    Hemoglobin düzeyi çocukluk çağında yaşlara göre değişkendir. Demir eksikliği anemisinin tanısı için gerekli testler yapılarak uygun görülen tedavi yöntemi seçilmelidir. Tedavide ağız yoluyla ya da damar yoluyla demir prepatları verilir. Kullanımının kolay olması, etkili ve ekonomik olması yönünden genelde ağız yoluyla alınan demir ilaçlarını kullanmak daha çok tercih edilir. Önce hemoglobin düzeyinin normale gelmesi, sonra da depoların dolması için tedaviye 2-3 ay devam edilmesi gerekir.

    ÇOCUĞUMU DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİNDEN NASIL KORUYABİLİRİM?

    Bebeklikte ilk 6 ay anne sütü ile beslenme yeterlidir. 6. Ayda ek gıda geçilmesiyle birlikte demir içeriği yüksek besinler mutlaka öğünlere eklenmelidir. Verilen ek besinlerle birlikte anne sütüne 2 yaşına kadar devam edilmelidir. Bebeklere genelde 4.ayından itibaren ağız yoluyla demir verilmeye başlanır. Bebeklik döneminden başlayarak, düzenli miktarda demir verilmesi çocukluk demir anemisine engel olacaktır. Bebek ve çocuk beslenmesinde demir içeriği yüksek besinler kullanılmasına dikkat edilmelidir.

  • DEMANS ve ALZHEİMER AYNI HASTALIK MIDIR?

    Tüm dünyada yaşlanmayla birlikte görülme sıklığı da artan, genellikle 60 yaşın üzerindeki bireyleri etkileyen ve kronik hastalıkların en ciddilerinden biri olan demans, ortalama insan ömrünün ve yaşlı popülasyonunun arttığı son yıllarda büyük bir sağlık sorunu haline gelmiştir.

    Demans; bir insanda zihinsel işlev alanlarından en az ikisinin bozulması, bu bozulmanın o zihinsel alanların daha önceki düzeylerine kıyasla anlamlı bir kötüleşmeyi ifade etmesi ve bu bozulmanın günlük yaşamı etkileyecek kadar ağır düzeyde olmasıdır.

    Alzheimer hastalığının en önemli özelliği sinsi başlayıp yavaş seyirli olmasıdır. Hastalardan ya da yakınlarından öykü alınırken yakınmalarının başlangıç zamanının net olarak söylenmediği görülmüştür. Gerek belirli belirsiz başlangıçlı olması gerekse de yaşlılık döneminde unutkanlıkların normal olarak algılanması, hastalığın tespit edilmesini ve hastaların medikal destek almasını geciktirmektedir. İlk başlarda yeni bilgiyi öğrenememe, sürekli aynı soruları sorma, olayların detaylarını hatırlayamama gibi semptomlarla başlayan ve genelde yakın hafızanın etkilendiği hastalık; ilerleyen zamanlarda hem yakın hem uzak hafızayı etkilemektedir. Birey zamanla mesleki ve sosyal işlevselliğini kaybetmekte; daha önce öğrenilmiş bilgi ve becerilerin kaybı, davranış ve kişilik bozukluğu, muhakeme etmede güçlük, objeleri tanımlayamama, algı bozukluğu, iletişim kurmada zorluk, yemek, tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını karşılayamama gibi sorunlar kaçınılmaz olmaktadır.

    Sık sık demans ve Alzheimer hastalığı karıştırabilmektedir. Demans psikiyatrik ve davranışsal semptomların bir arada görüldüğü bir durum olup birçok hastalık demansa sebep olabilmektedir. Alzheimer da demansa sebep olan bir hastalıktır.

    DEMANS BELİRTİLERİ

    • Zihinsel işlevlerde bozulma:
    • Unutkanlık,
    • Kendini ifade etmede güçlük,
    • Yer zaman ve görsel algılamada bozulma
    • Davranışsal belirtiler:
    • İçe kapanma,
    • Çabuk sinirlenme,
    • Kişilik değişiklikleri,
    • Halüsinasyon,
    • Ajitasyon,
    • Hezeyan,
    • Uyku sorunları,
    • İnatçılık,
    • Toplum içinde uygunsuz davranış gösterme
    • Günlük yaşam işlevlerinde bozulma:
    • Ev idaresi ve ekonomi idaresinde zorlanma,
    • Öz bakımını geciktirme-ihmal etme,
    • Mesleki işlevsellikte bozulmalar,
    • Sosyal uyum sorunları yaşamadır.

    ALZHEİMER BAŞLANGICI BELİRTİLERİ

    • Uzak bellek genelde etkilenmemekle birlikte kısa süreli bellekte bozukluk,
    • Objeleri yanlış yerlere koyma,
    • Daha önce bildiği kişi ve nesnelerin isimlerini unutma,
    • Daha önceden tanıdığı ve bildiği yerleri bulamama, sokakta kaybolma,
    • Sosyal çevreden uzaklaşma, ilgisizlik,
    • Havaya uygun şekilde giyinememe,
    • Konuşma yeteneklerinde bozulmaların başlaması,
    • Soyut düşüncede bozukluk,
    • Hesap yapmada zorluk,
    • Zaman ve yerle ilgili uyum bozukluğudur.

    ALZHEİMER HASTALIĞINDA ERKEN TANI ÇOK ÖNEMLİ

    Erken tanı; erken evre Alzheimer hastalığının belirtilerini tedavi etmeye, demansla birlikte ortaya çıkan depresyon, kaygı ve davranış bozuklukları gibi hastalıkların tedavi edilebilmesini veya semptomların azaltılmasını, bakım sürecinin daha kaliteli geçmesini sağlamaktadır.

    Demans veya Alzheimer hastalığından şüphelenildiğinde mutlaka ilk olarak nöroloji uzmanı, psikiyatri uzmanı veya geriatri uzmanına başvurulmalıdır. Ancak tanı konulabilmesinde ayrıntılı hasta öyküsünün alınması çok önemlidir.

    Kişinin bellek-algı-hatırlama ve mantık yürütme düzeyini, sosyal işlevselliğini, kişilik ve ruhsal durum değişikliklerini ve bilişsel yıkım düzeyini değerlendirmek için depresyon veya demansa eşlik eden hastalıkların belirlenmesinde ve erken demans semptomlarının saptanmasında yardımcı olan nörolojik değerlendirmeler de önemlidir.

    ALZHEİMER HASTALIĞININ TEDAVİSİNDE NASIL BİR YOL İZLENİR?

    Alzheimer hastalığının kesin bir tedavisi yoktur. Uygulanan tedaviler ile hastalığı iyileştirmek değil;

    • Hastalık belirtilerinin azaltılması,
    • Uyku sorunlarının giderilmesi,
    • Saldırgan davranışlara sebep olan korku ve kaygılarının yatıştırılması,
    • Hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılması,
    • Hastadaki işlevsellik kaybının önlenmesi,
    • Bağımsız olarak hayatını idame ettirmesinin sürdürülmesi,
    • Hastanın bakımının kolaylaştırılması,
    • Hasta ve bakım verenin yaşam kalitesinin iyileştirilmesi,
    • Bakıcı yükünün azaltılması
    • Kurum bakımı seçeneğinin kısa bir süre de olsa daha ileriye ertelenmesi amaçlanmaktadır.
  • D VİTAMİNİNİN ÖNEMİ

    D vitamini, kalsiyum ve fosfor dengesini sağlamanın ötesinde vücutta sayısız etkiye sahiptir. Hücre farklılaşması ve büyümesi ile ilgili pek çok genin işleyişini düzenleme görevi de vardır. Güneş ışığına maruz kalındığında vücut tarafından doğal olarak üretilen D vitamini, yağda eriyen vitaminlerdir ve aynı zamanda sekonder steroid bir hormondur.

    D vitamini insan sağlığı için önemli bir vitamindir ve eksikliğinde ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. Bu nedenle kolaylıkla önüne geçilebilecek bir sorun olan D vitamini eksikliğinin tanınması ve saptanması çok önemlidir

    D VİTAMİNİ KAYNAKLARI NELERDİR?

    D vitaminin ana kaynağı güneş ışığıdır. Daha sonrasında beslenme ve takviyeler gelir. D vitamini en fazla balık, karaciğer ve yumurtada bulunur. Güneşten alınabilecek D vitamini üretiminin miktarı bulunulan ülkenin enlem ve boylamına göre değişir. Ülkemizde Mart-Kasım ayları arası uygun zamanlardır. Saat 10:00 ila 15:00 arası güneşlenmeye çıkılması uygundur.

    Besinlerle alınan vitamin D vücudun duyduğu ihtiyacın çok çok altındadır. Somon, uskumru, sardalya, vb. yağlı balık türlerinde, yumurta sarısı, süt, brokoli, yeşil soğan, su teresi vb. yiyeceklerde zengin olarak bulunur. Ancak bunlar vücudun günlük ihtiyacını karşılamaya yetmediği için ultraviyole ışınlar yani güneş, vücudun vitamin D ihtiyacının karşılanması için en önemli doğal kaynaktır.

    D VİTAMİNİ YETERSİZLİĞİ VE YETERSİZLİĞE NEDEN OLAN FAKTÖRLER

    D vitamini eksikliği her yaş grubundan dünyada her insanda görülebilen bir halk sağlığı problemidir. D vitamini eksikliği ile birlikte; kalsiyum, fosfor ve kemik yapısında bozulmalar meydana gelir.

    • Yeterli güneş ışığına maruz kalamama: cilt tipi, yaşanılan enlem, güneşe maruz kalınan saat ve giyinme alışkanlıklarından dolayı yetersiz D vitamini alımı,
    • Yetersiz besinsel alım: Yağlı balık, balık yağı veya D vitamini ile doyurulmuş ürünlerin az kullanımı,
    • Obezite:  Az fiziksel aktivitesi olan, kişilerde D vitamininin yağ dokusunda depolanması,
    • Aşırı emzirme: Anne sütünde D vitamini düzeyi yetersizdir ve bebek için normalden fazla ve sadece anne sütü ile beslenme,
    • Gebelik: Anne ve bebek sağlığı ve bebeğin kemik sağlığı için annenin D vitamini düzeyinin yeterli olması,
    • Ciltte yetersiz D vitamini üretimi: Yaş ilerledikçe cildin D vitamini sentez fonksiyonunun azalması

    D VİTAMİNİN VÜCUT SAĞLIĞINA ETKİSİ

    İnce bağırsak, böbrekler ve kemik, D vitamininin direk etkilediği organlardır. Bu organlar da kemik gelişiminin temel işlevinde yer alırlar. Bu nedenle D vitamini iskelet sağlığını koruma da çok önemlidir. Fakat işlevi sadece bununla kalmayıp bağışıklık sistemi, tümör hücreleri, hipertansiyon ve diyabet gibi birçok riskli hastalığın önüne geçer.